Bağlanma ve Psikolojik Sağlamlık

Bireylerin zorluklar karşısında kendisini toparlaması ve eski durumuna geri dönmesi olarak tanımlayacağımız psikolojik sağlamlık COVİD-19’un hüküm sürdüğü şu günlerde ne kadar da ihtiyaç duyduğumuz şey değil mi? 2019 yılı Aralık ayında ilk defa Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyayı kısa sürede etkisi altına alan ve bilim kurgu filminin içindeymişiz gibi hissettiğimiz bu zamanlarda ruh sağlığımızı korumak en az bedenimizi virüslerden korumak kadar önemli. Çünkü ruh sağlığı ile bağışıklık sistemi yakından ilgili.

Tabii ki psikolojik sağlamlık sadece içinde bulunduğumuz zor günler için kullanacağımız bir beceri değil. Yaşam bize her zaman istediğimiz şeyleri vermeyecek, her zaman mutlu olamayacağız, her zaman başarılı da olamayacağız. Yaşam sürprizlerle dolu ve bizim şimdiden bunlara hazır olmamız gerekiyor. Ama nasıl? Yazımın başlığından da anlayacağınız gibi psikolojik sağlamlığımızı güçlendirerek elbette. Bunu başarabilirsek Itai Ivtzan ve meslektaşlarının pozitif psikolojiyle ilgili kitabının[1] alt başlığında vurgulandığı gibi yaşamın karanlık yönlerini kucaklayabiliriz. Sözü çok uzatmadan psikolojik sağlamlık nedir? Nasıl geliştirilir? Sorularına cevap vermeye çalışayım.

Psikolojik sağlamlığın İngilizce karşılığı “resilience”. Fakat bu kavram Türkçe’ye yılmazlık, kendini toparlama gücü, psikolojik dayanıklılık, duygusal sağlamlık, psikolojik esneklik gibi başka biçimlerde de çevrildi. Ben yazımda alanyazında en çok geçen Türkçe karşılığı kullanmayı tercih ettim. Psikolojik sağlamlığın içerisinde elastiklik, yeniden toparlama, esneklik ve dirençlilik gibi özellikler var. Bu nedenle psikolojik sağlamlık derken bahsettiğim yan anlamlarla birlikte bu kavramı zihninizde canlandırmanız daha iyi olacaktır.

Psikolojik sağlamlık kavramı ilk olarak tanımlandığında bir kişilik özelliği olup olmadığı sorgulandı ve bu konuda iki farklı görüş ortaya çıktı. Birinci görüş doğuştan gelen bir kişilik özelliği olduğu, ikincisi ise sonradan öğrenilebilen bir beceri olduğu yönündeydi. Bu tartışma sadece psikolojik sağlamlık için geçerli değil aslında. Birçok psikolojik faktör için de benzer tartışmalar var. Benim bu konudaki görüşüm psikolojik sağlamlığın hem genetik faktörlerin hem de çevresel faktörlerin etkileşimiyle gelişen bir beceri olduğu yönünde. Bu konuda yapılan çalışmalara göre[2], beş faktör kişilik özelliklerinden duygusal denge ve dışadönüklük kişilik özelliği daha baskın olan kişiler içedönük ve duygusal olarak dengesiz/nevrotik kişilere göre psikolojik sağlamlık açısından daha avantajlı. Peki sadece duygusal olarak dengeli ve dışadönük olmak bizi güçlü yapar mı? Tabii ki hayır. Her ne kadar bahsi geçen kişilik özellikleri ruh sağlığımızın %30-50’sini açıklıyor[3] olsa da başka faktörlerin psikolojik sağlamlık üzerinde önemli etkileri var. Alanyazında bunlara koruyucu faktörler deniliyor.  Bu faktörler de bireysel (olumlu başa çıkma becerisi, öz düzenleme, problem çözme, kendini kabul, öz yeterlik, zeka, iyimserlik, iç kontrol odağı vb.), ailesel (destekleyici aile ve bireye yönelik gerçekçi beklentiler), çevresel (sosyal destek ve etkili toplumsal kaynaklar) olmak üzere üç başlık altında değerlendiriliyor. Bu üç faktör içinde bireyler faktörler oldukça çeşitli olmakla birlikte bireysel koruyucu faktörlerin temeli büyük oranda ailede atılıyor.

Bir bebek dünyaya geldiğinde ona kılavuzluk edecek en değerli kişi annesi. Özellikle ilk iki yıl için bu böyle. Sonrasında ise çocuğun gelişiminde diğer önemli kişilerin etkileri daha anlamlı hale geliyor. Yaşamın ilk yıllarında annenin çocuğa nasıl bakım verdiği, onun sadece fiziksel değil aynı zamanda duygusal ihtiyaçlarını nasıl karşıladığı şemaların ve bağlanmanın temelini oluşturuyor[4]. Güvenli bağlanan çocuklar zaman içinde çevreyi daha meraklı bir şekilde keşfederken, aynı zamanda kendine ve başkalarına da güvenmeyi öğreniyor. Güvensiz bağlananlar ise ilişkilerinde ya kaçıngan ya da kaygılı bir yaklaşım sergiliyorlar. Başka bir ifadeyle, kaçıngan olanlar karşısındaki kişilere güvenmezken, kaygılı-saplantılı olanlar kendilerine güvenmiyorlar[5]. Her iki bağlanma türünün bir sonucu olarak bireyler daha fazla sağlıksız ilişkiler kuruyorlar. Kısaca, bağlanma çocukların sadece anneyle değil, kendisi, başkaları ve gelecekle ilgili bağlarını da belirliyor.  Tam da bu nedenle bağlanma psikolojik sağlamlığın en önemli koruyucu faktörlerinin başında geliyor.

Güvenli bağlanma özellikle beynin oldukça hızlı bir şekilde geliştiği ilk üç yıl için kritik önem arz ediyor. Beyindeki milyarlarca sinir hücresi kendini güvende hisseden çocuklarda daha hızlı bağlar oluşturuyor[6][7]. Bu nedenle anne ve diğer bakım veren kişilerin çocukla olan ilişkisi beyin gelişimi açısından oldukça değerli. Araştırmalara göre[8], özellikle duygu orkestramızın şefi olarak tanımlanan ve limbik sistem içinde yer alan amigdala doğumdan itibaren ilk iki yıl içinde gelişiyor ve güvenli bağlanan çocuklarda daha işlevsel çalışıyor. Diğer taraftan stresli aile ortamında bulunan veya depresyonlu anneler tarafından bakım verilen çocuklarda ise amigdala volümünün büyük olduğu görülüyor. Tahmin edileceği üzere amigdalası sağlıksız gelişen kişiler zorlayıcı yaşam olayları karşısında daha fazla duygusal tepkiler veriyorlar. Destekleyici aile ortamı ve güvenli bağlanma psikolojik sağlamlık için en temel koruyucu faktörler iken, güveniz bağlanmaya sahip olma ve ihmalkâr aile ortamı psikolojik sağlamlık için en kritik risk faktörlerinin başında yer alıyor.

Her şeyde olduğu gibi psikolojik sağlamlığının gelişiminde en temel faktör aile ve özellikle de anne. Bu nedenle bireyin sadece kişisel koruyucu faktörlerini (özerklik, öz saygı, iyimserlik, problem çözme vb.) güçlendirmek onu psikolojik açıdan sağlam yapmıyor. Sağlıklı aile ilişkileri özellikle gelişim çağında olan çocuklarda üzerinde durulması gereken en temel güçlü yön. Okullarda öğrencilerin psikolojik sağlamlıklarını geliştirirken ailenin de mutlaka müdahalenin bir ayağında olması kaçınılmaz. Ayrıca önleyici ruh sağlığı açısından düşündüğümüzde daha evlenmemiş veya henüz çocuk sahibi olmayan çiftlere çocuk yetiştirme konusunda eğitim verirken bağlanmanın ve psikolojik sağlamlığın ilişkisini mutlaka vurgulamamız gerekiyor.  


[1] Ivtan, I, Lomas, T, Hefferon, K. Ve Worth, P. (2020). İkinci dalga pozitif psikoloji. İstanbul: Kaknüs Yayınları

[2] Oshio, A., Taku, K., Hirano, M., & Saeed, G. (2018). Resilience and Big Five personality traits: A meta-analysis. Personality and Individual Differences127, 54-60.

[3] Lykken, D. T., & Tellegen, A. (1993). Is human mating adventitious or the result of lawful choice? A twin study of mate selection. Journal of personality and social psychology65(1), 56-68

[4] Bowlby, J. (2012). Bağlanma. TV Soylu (çev.), İstanbul: Pinhan Yayıncılık (Orijinal Baskı Tarihi 1969).

[5] İlhan, T. (2012). Üniversite öğrencilerinde yalnızlık: cinsiyet rolleri ve bağlanma stillerinin yalnızlığı yordama güçleri. Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri12(4), 2377-2396.

[6] Akdağ, F. (2015). Çocukta beyin gelişimi ve erken müdahale. Hacettepe University Faculty Of Health Sciences Journal.

[7] Atwool, N. (2006). Attachment and resilience: Implications for children in care. Child Care in Practice12(4), 315-330.

[8] Lyons-Ruth, K., Pechtel, P., Yoon, S. A., Anderson, C. M., & Teicher, M. H. (2016). Disorganized attachment in infancy predicts greater amygdala volume in adulthood. Behavioural brain research308, 83-93.